Hasan Yalçın: Bizim Deniz


Beyazıt Meydanı’ndaki asırlık çınar!

Gölgede oturup Mao ve Che Guevara kitapları okuyan o genç üniversiteliyi anımsıyor musun şimdi?

Üniversite amfileri!

Deniz’in inançlı sesi midir hala duvarlarınızda yankılanan? Sonra Laleli sokakları, Taksim Meydanı, Gümüşsuyu, Dolmabahçe, Beyoğlu, Samsun-Ankara karayolu… Kendisinden bir saat önce rüzgârı gelen o devrimci militanı özlüyor musunuz?

Romen kızı, Romen kızı!

Kardeşin var mı?

1967 yılında geldiği İstanbul’da, Mao’yu sevmediğini söylemek gafletinde bulunduğu için Deniz’in sevgilisi olma şansını kıl payı kaçıran o güzel Romen kızı şimdi nerelerde acaba? Hangi acıları çekmiştir? Mao’yu yeteri kadar öğrenmediği için pişman mıdır? Kuşadası’nın, Burhaniye’nin, Ayvalık’ın yoksul zeytinci köylüleri, hiçbir düzen politikacısına benzetemediğiniz; daha doğrusu sesindeki içtenliği hemen yakalayıp kendinizden biri olduğunu bildiğiniz o heyecanlı genç propagandacının Deniz Gezmiş olduğunu sonradan aranızda hiç konuştunuz mu?

Ya polis?

60’larda Toplum Polisi vardı. Deniz ve zamanın gençliği, Toplum Polisi’ne ‘’Fruko’’ derdi. Gençlik hareketindeki moral üstünlüğüne ne müthiş bir vurgu. O dönemin polis memurları şimdi emekli olmuşlardır. Emekli kıraathanelerinde kim bilir kaç eski polis, o sokak kavgalarını bire bin katarak anlatmış, ‘’O başkaydı, o cesurdu, mertti’’ diye Deniz’den söz etmiştir, söz etmektedir.

Coniler!

Hele onlar şimdi ilerlemiş yaşlarında bile Deniz ve arkadaşlarını mutlaka anıyorlardır!

Nasıl anmasınlar ki, 1968 Temmuz’unda, işbirlikçiler tarafından hazır edilmiş fahişelerin sıcacık kollarını hayal ederek geldikleri İstanbul, onlara müthiş bir sürpriz hazırlaşmıştı. Dolmabahçe’de denizin soğuk sularını boyladılar.

Amerikan 6. Filosu şimdi de geliyor Türkiye limanlarına. Bugünün Conileri herhalde kendi Deniz Gezmiş’lerini arıyorlar İstanbul’da, Antalya’da, İzmir’de avare caddeleri arşınlarken!

Gazetelerde haber: ‘’Yeni Amerikan Büyükelçisi Robert W. Commer’in Türkiye’ye gelişi İstanbul ve Ankara’da gençlerin büyük protesto gösterilerine yol açmıştır. Yeşilköy Havaalanı’nda Büyükelçi’yi protesto için toplanan gençler, toplum polisi ile dövüşmüşler; Ankara’da ise Commer’i karşılamaya gelen Amerikan Yardım Heyeti’nden General Lynn’in kafasına bardak fırlatmışlardır. Gençlerden 15’i tutuklanmıştır.’’

Sonra Deniz’i Samsun’dan Ankara’ya doğru yürürken görüyoruz. Elinde hüzünlü bağımsızlık bayrağı. Yürüyüşün adı: ‘’Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü’’

Bağımsızlık!

Bağımsız Türkiye!

Tam Bağımsız Türkiye!

Deniz, Türkiye devriminin can damarını yakalamıştı.

Türkiye’nin o zamanki rakamla 36 milyon insanının en önemli talebini bayrak yapmıştı kendine.

‘’Morrison Süleyman!’’

‘’Bağımsızlık istiyoruz!’’

‘’Yankee Go Home!

Deniz’lerin sloganları böyleydi. O dönem gençliğinin.

Bill’in Çiller’i, şimdi emperyalist Amerika’yı ikinci vatanı ilan ediyor! Tersaneler, demir çelik ve lastik fabrikaları, enerji tesisleri ve PTT satışta… İki darbeden sonra Türkiye sömürgeleştirilme sürecine sokulmuş! Deniz Gezmiş Türkiye’si, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yeniden ayağa kalkıyor!

‘’Biz Amerikan emperyalistlerine ve onun işbirlikçilerine karşı sokak, meydan ve üniversitelerde sonuna kadar tam bağımsız… ve gerçekten demokratik Türkiye için mücadele edeceğiz.’’

Deniz Gezmiş’in ve 68 gençliğinin andıdır bu. Deniz öldürüldü. Ant, bir bayrak gibi dalgalanmakta. Daha yakıcı olarak, daha büyük bir önemle! Zonguldak’ta, İstanbul tersanelerinde, Ankara meydanlarında, caddelerinde…

12 Mart darbecileri! Sıkıyönetim savcı ve yargıçları!

Parlamentonun onurunu asker postallarının altına Isparta halısı gibi serdikten sonra, Bayar ve Menderes’in intikamını almak üzere Deniz’leri asmaya koşan ‘’Sayın’’ mebus takımı!

Deniz Gezmiş’i anımsıyor musunuz şimdi?

Vicdanınızda bir küçük kımıldama oluyor mu?

Peki, Deniz’in mahkemelerdeki şu sözlerini zaman zaman düşünüyor musunuz: ‘’Varlığımızı hiçbir karşılık beklemeksizin Türkiye halkları ve devletinin bağımsızlığına armağan etmiş bulunuyoruz.’’

Ve ey cellât!

‘’Elim kırılsaydı’’ dediğin olmuş mudur, geçen şu yirmi iki sene içinde, hiç! Elin kırılsaydı!

Filistin!

ODTÜ’de bir odaya kapanıp gerilla örgütleme çalışmaları!

Banka soygunu!

Amerikalı kaçırma!

Bir küçük kahramanlar birliğiyle dağlara çıkıp halkı harekete geçireceğine dair çocukça inanış!

Biz o dönemin Deniz’inden söz etmiyoruz. O dönemin Deniz’inden, hatalardan tabii ders çıkarıyoruz.

Konuştuğumuz Deniz ise başkadır. Bağımsızlık mücadelesinin Deniz’i! Gençlik kitlelerinin lideri olan Deniz! ‘’Gerçek kahraman kitlelerdir’’ diyen genç devrimci. İşte o Deniz’den konuşuyoruz.

Halkın Deniz’inden.

Bizim Deniz’den.

Devrimci Hukukçular Örgütü’nün eski üyeleri!

DÖB’lüler!

Dev-Genç’liler!

Cümle 68’liler!

Peki, siz hatırlıyor musunuz Deniz’i?

Hatırlıyorsunuz tabii. Hem de sık sık.

Ama nasıl?

Geçmişte kalan çocukça bir çılgınlık olarak mı?

Yeni Dünya Düzeni içinde serbest piyasa yükselirken kullanılacak bir fiyat unsuru haline getirerek mi?

Politika basamaklarını tırmanırken, ihale alırken, büfe kapatırken mi?

Yoksa içki sofralarında meze yapmak üzere mi?

İç çekerek çocuklarınıza anlatarak mı?

Nasıl?

İçinizdeki Deniz yaşıyor mu?

Türkiye için dövüşüyor musunuz? Bağımsızlık ve devrim ateşi ruhunuzu kavuruyor mu? Şimdi daha fazla olarak!

68 geçmişte değil çünkü.

68 gelecekte.

68, 1968’de değil, 68 şu andır!


Hasan Yalçın

Aydınlık, 30 Nisan 1994, 358. Sayı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.